16 Ağustos 2014 Cumartesi

yaz yağmuru

acelemiz olmayan günlerdi
gençtik ve vaktimiz boldu
yaz günlerinde aniden bastıran sağanaklar keyfimize keyif katardı
yatak odamıza çekilirdik
pencereyi açardık ki yağmur kokusu girsin içeri
gök gürültüsü köpeğimizi ürkütürdü
ara sıra kafasını kaldırıp bize bakardı
güvende olduğunu anlayıp, geri yatardı

eski şiir kitaplarını severdik
birbirimizi sevdiğimiz gibi
eskiyen sevgimizi sevdiğimiz gibi
sevgi ne kadar eski
o kadar iyi
kitaplar gibi...

şiirler okurduk ve martılar uçuşurdu
 martılar yağmurun altında uçuşurdu
biz yorganın altında uçuşurduk kanatlanıp

altı üstü bir yaz yağmuruydu aslında
bahanesiydi aşkın ve yalnızlığın
istemezdik dursun yağmur
en az Afrikalı bir köylü kadar

birdenbire

şairin dediği gibi her şey birdenbire oldu
gök birdenbire
deniz birdenbire
aşk birdenbire oldu

aynı aşk
sonra..
birdenbire yok oldu

aşk nereden geldiği belirsiz
nereye gittiğine kafa yormak gereksiz

istinat duvarı

sevgililik dediğin birbirine istinat duvarı olmayı gerektirir
dayanma duvarı

hayata dayanabilme

akıp gitmekten koruyan
yaslandığın

dayanıp yaşlandığın

güçlendiren
çevreleyen

sevgili istinat duvarıysa
sen de onun yitirmekten korkutuğu toprağı olmalısın

sevgililik işte böyle olduğunda yüz güldürür


herkes pusuda
sevmek için bahane arıyor

bir yokmuş bir varmış

ne yapsam nerden başlasam
bilemediğim o günlerde
başlamıştım bir yerde
sabah değildi o yer
ne de gece
yeni uyanmış bir ayyaş gibi
hayat çizgileri vardı yüzümde

ne yapsam nerden bitirsem
bilemediğim o gecelerde
bitirmiştim bir yerde
akşam değildi o yer
vakit dediğin zaten tek bir hece
geçmiş şimdilerde gelecekle iç içe

başladım ve bitirdim
yeni ölmüş bir bebek gibi

ağıt vardı bir tek dilimde

baht dönümü

zavallı eşarp
yıllarca uğurlu diye
giyildi en özel günlerde
ütülendi özenle
çekmecenin hep en güzel köşesinde

ayrıldıkları gün lanetlendi
hakkında uğursuz dendi
göz önünde durup
hatırlatmasın diye o vefasızı

çekmecenin en gerisine itelendi

aşk cambazı

cambaz ipinde yürümek gibi
seni sevmek

müthiş bir sessizlik
insanlar nefesini tutmuş
hava durağan
iki yana açık ellerim
başım dik
belli olmuyor kalbimdeki delik

içimde söğüt ağacının yaprak hışırtısı
tarifsiz rüzgarlar
titrer dallarıma sığınmış ihtimaller

her şey bir anda bitebilir
ip kopabilir

anlık bir düşünce kayması
sonumuzu getirebilir



sabahlı bir yağmur




bir kadın uyanık
yağmurlar boşalıyor sabahın kör gözlerinden
bir adam uyuyor
yağmurlar düşüyor düşlerine

kadın ıslak düşüncelerde
adam kim bilir hangi güneşli şehirlerde

tutunmaya çalıştıkça birbirimize
kaydı ellerimiz yağmurlardan
ve kurtçuklar girdi içlerimize

sen oturdun ben uyudum
ben uyandım sen uykudaydın





her gün yeniden

dünden kalmıyor sevgisi
her gün yeniden sevmek zorunda beni

sürekli olan hiç bir şey yok
hayatının bir ömrü yok
günleri tek tek
sağa sola saplanmış birer ok

birikmiyoruz ki
hissi kalsın
kalsın geriye
yaşananlara dair bir iz

bir günün öfkesini çıkarırsın bir günün aşkından
bakiyesi kalır sevginin

sevgi bakiyeleri birikir
ondan beslenilir
ayrı kalındığında

olmuyor
seninle hayat birikmiyor





25 Temmuz 2014 Cuma

güzel kızlar ölmez

bugün de akşam oldu
görüyor musunuz

güzel kıza çok yazık

hayır yani bildiğin bir şey olabilir
lakin on beş gündür yağmur yağmıyor
toprak çatladı
sokak köpekleri susuz
ne bu saçmalık

güzel kıza çok yazık

pigme borneo fillerinin nesli tükenmek üzereymiş
anlamıyorum!
otur tasarla, yaz, çiz, renklerdir, ne yer ne içer, nasıl ürer otur kafa patlat
sonra nesil düğmesini kapat
seni gerçekten anlamıyorum!
ve sanırım hoşuna gidiyor bu anlaşılmazlık

güzel kıza çok yazık

o kadar emek ver
o güneşten saçları yarat
gözlerinin içine derin denizleri kat
teninin beyazı köpükten
sonra kalk yaşlandır bu kızı
olacak iş mi bu yaptığın?

yazık yazık yazık

kendin yapıyorsun
kendin bozuyorsun
otur bir daha düşün
bu düzen böyle devam etmez

güzel kızlar ölmez

önemli olan yaşamak yarışmak gibi

yaşanmışlar cepte
yaşanmamışlar yansıyor yürüyüp geçtiğim vitrinlere

hiç tanışmadığım o büyük aşkım mesela
o da beni arıyordur başka bir köşede

yazık...

gitmediğin şehir hep en güzel
dokunmadığın ten en yakın

ipi göğüsleyemedik
boşa gitti bütün çaba
ikincileri sadece anneleri hatırlar

akılda kalan hep o kahrolası olmamışlar


tanrının bir göz kırpmasında yaşandı her şey



ömür dediğin bir günmüş
bir göründü bir kayboldu

ömür dediğin bir göz kırpmasıymış
gözlerimde açıldı ve kapandı



20 Haziran 2014 Cuma

zelzele

birdenbire uyandım
kan ter içinde
yatak sallanıyordu
bağırdım
zelzele!

salonun ortasındayım
bardaktaki su hareketsiz
avize avizeliğinde
köpeğim köpek rüyasını görmekte
büfedeki resim çerçeveleri anıların bodyguard lığını yapmaya devam etmekte
sanki geçen güzel günleri  sonsuza dek kafeslemek mümkünmüş gibi

hayat bıraktığım yerde
aynı hergeleliğinde
kavanozların içindeki kuru yemişler çürümeye devam etmekte
her şey ama her şey yerli yerinde

anladım
sallanan benim

yattım geriye

vaktinde gelen

geliniz
giriniz
buyrun buyrun!
tam vaktinde geldiniz!

ocakta demleniyor mermiler
hava renksiz
ondandır kapalı perdeler

içeri giriniz lütfen!
korkmayınız
zamandan daha fazla acıtmaz
koltukların üzerindeki dikenler
kusura bakmayın biraz bakımsız kaldı hayatım

oturunuz ve bana sarılınız
bu benim ilk halim değil
aldanmayınız
uzun yol yapan lastikler gibi eridi dişlerim
merak etmeyiniz
dumanı tüter hala sıcaktır düşlerim

ne iyi ettiniz de geldiniz
son anda
ben de kapatıyordum ışıkları
dizecektim mermileri hayatımın boşluklarına
büyük bir patlamayla dolsunlar
yatırayım boşlukları yan yana

beni takip ediniz
bir bülbül var tavan arasında
suskun doğdu
ve kendini karanlığa mahkum etti
geliniz
kendinizi bülbüle gösteriniz
nota bilmeyen bir bülbülün ızdırabına bir son veriniz

sonra isterseniz gidiniz
yüksek bir tepenin üzerinde bekleyiniz
uzun sürmez
bülbül şarkısına başladığında
gök boyanır kırmızıya



18 Haziran 2014 Çarşamba

35 inde bir kadın

35 inde bir kadın
önce alnından çizgilendi
sonra gülümsemesinden karelendi

kendine pek güvenmiyordu
ondan ötürü bir parça eksildi

saçlarından okşayan adamlardan çarpıldı
ama 2 ile
fazlası ile değil

35 inde bir kadın
önce günler eksildi
sonra güller seyreldi

bir yanı kara severdi
bir yanı deniz
ondan ötürü
havada kaldı


yazık oldu.

seni seviyoruz



sen gidiyorsun ya
her şey seninle birlikte gidiyor
koca bir boşluk kalıyor
bir tek geriye

ortasında ben
tek bir ben

sen boynumdan öpüyorsun ya
dünyanın bütün kadınları aynı anda
zevke geliyor
sanki mutlu olmak mümkünmüş gibi...

sen bir yok olup
bir beliriyorsun ya
yıldızın kuyruğunu son anda tutmuş ben

bir kayıyorum
bir yanıyorum

evinin üstünden geçerken
ellerimi bırakıp
   sakalına konuyorum

"biz de seviyoruz seni" diye cevap veriyorsun ya bana
 (siz kimsiniz?)
 ben anlayamıyorum ya
 sen ve atardamarların
 sen ve pankreasın
 sen ve dalağın
 hepiniz seversiniz beni ya -
  (şüphesiz)

tekil sevmek zordur
topluya nazaran

"seni seviyorum"
"bir tek seni"

diye fısıldıyorum
kapıyı kapatınca
 ardından

mimesis

sakla
sakla şiirde manayı
sakla
sakla duyguda aşkı

sakla
sakla muhabbette kahkahayı
patlatma sakızının balonunu
sakla
sakla kadınlığını
bacak bacak üstüne atmayı
sakla

sakla memeni
sakla popunu
sakla
sakla
onurunu

sür pembeleşmiş yanaklarına pudranı
sakla utancını

sakla
sakla neden kimden sakladığını bilmediğin
hayatını

gizlice öl
saklıca geçip gitsin hikayen




kahrolası sayılar

sayılı
her şey sayılı
kilo sayılı
saat sayılı
gün sayılı

başımızı ne geldiyse bu sayılar yüzünde geldi
geç kalma telaşından yitirdik kahvaltı etmenin keyfini
ve ekmeği kestik menemenin yanında



6 Haziran 2014 Cuma

Her gün devam ettirebildiğiniz kaç şey var?

Her gün devam ettirebildiğiniz kaç şey var?

Memleketimizin Haziran ayında durmak bilmeyen yağmurlarla Norveç'e dönmesinden midir yoksa benim kafamı sık sık döndürüp geriye bakmamdan mı bilmiyorum, istikbal bugünlerde gri ve flu gözükür oldu gözlerime.

Her şeyden ve herkesten sıkılıyorum. Korkutucu olan, sıkıntı süresinin ciddi olarak kısalmış olması. Hayatımızın direğinde memleket bayrağı gibi sallanan "motivasyon" kelimesi, yas günlerindeki gibi yarıya inmiş, rüzgarı da kesilmiş, duruyor karşımda.

Her gün yapmaya devam edebildiğim şeyleri düşündüm. Pek az. Mesela, 16 yıldır her sabah uyandığımda köpeğimi bir önceki günden daha fazla sevdiğimi hissediyorum. Kendimi bile her gün sevmezken, hayatımda sürekliliği olan tek şey bu gibi geliyor. Eminim insanın çocuğu olması da böyle bir çabasız sevgi motivasyonu içeriyordur. Onu bilemeyeceğim. Bir de kahveyi sevebiliyorum, sıkılmadan. Her gün aynı tutkuyla içebiliyorum onu. Başka bir şey de gelmiyor aklıma.

Yazı yazmayı oldukça seviyorum. Ama her gün değil. Yazmaktan ötürü midemin bulandığı günler oluyor. Kelimeler tutuyor. Annemden babamdan gıcık kaptığım ve acil posta ile evlerine geri yolladığım buluşmalarımızın sayısı az değil. Aşka-meşke hiç girmeyelim. Aşk hayattaki en sivri dönüşleri olan roller-coaster. Bir diptesin, bir tepede. Bir gece önce mum ışığında yemek yerken gözüne Adonis gibi gözüken adama, bir sonraki gün, adam başka biriyle konuşurken, dışarıdan bir gözle bakıp yabancılaşırsın. Kim bu yaşlı adam dersin. Kim bu koca adam. Ben sevgilimle, sahildeki gazinoda, saçları tuzlu, sosis-patates yiyen kızım. Benim ne işim var bu kır sakallı herifle. Sanırsın, yıllar işlemez senin renklerine.

İş, güç, yeni açılımlar, çılgın oluşumlar, 5 yıllık kalkınma planlara, zart, zırt, zort, krediler, taksitler, seyahat planları, öhö öhö öhö. Gerçekten çok mu mühim bunlar. Bende mi bir terslik var. 35 yaşıma kadar 48 tane katedral gördüm, dünyanın tüm denizlerinde yüzdüm. Katedrallerin hepsi birbirine benziyor. Vitray camlı. İçinde İsa çarmıhta. Tahta sandalyeler var. Dilek mumları. Bir çok dilek dilemişliğim de var. Olmuşluğu olan yok. Denizlerin de hepsi aynı. Giriyorsun. Islanıyorsun. Yüzüyorsun. Çıkıyorsun. Kotunu giyip, şehre geri dönüyorsun. Şimdi yani, bir katedral fazla görmek için neden bütün bu tantana? Bagaja kuru don atıp, Riva'ya yüzmeye gitmek yerine, biri beni ikna etsin, neden biletler alıp, valizler yapıp 10 saat uçup, başka bir denize girmeliyim?

Motivasyon. Ah motivasyon. Ödediğim hiç bir kredim yok..  Keşke beni krediye başvurtacak kadar arzu hissettiren isteklerim olsaydı. Ne arabamı bir üst modeli ile değiştirecek nedenim var ne de evimde daha fazla odaya ihtiyacım. Hatta arabamı satıp, bir bisikletle gayet güzel idare edebileceğimi düşünüyorum. Oturduğum evin de gereksiz sayıda ki tuvaletleri canımı sıkıyor. Kullanılmayan iyi dizayn edilmiş bir tuvaletten daha saçma neye sahip olabilir ki bir insan.Üzücü.

Ne uzun bacaklı kadınlar, ne ferrarisi olan adamlar... Özendiğim bir tek şey var. Adanmış insanlar. Düşünsene, mevzuya o kadar kilitsin ki, başını kaldırıp, varoluşunu sorgulayacak vaktin / gereksinimin yok. Örneğin, Afrika'da orangutanları inceleyen bir belgeselcisin. Yıllarca ormanın içinde yaşıyorsun, bilimsel araştırmalar yapıyorsun, dökümantasyon tutuyorsun vs vs vs. İnsan bir şeyi nasıl bu kadar fazla önemseyebilir ve hayatını adayabilir, anlayamıyorum. Ama özeniyorum. Kolay bir varoluş şekli olduğunu düşünüyorum. Asıl challenge boşluk içinde varolmak, motivasyonunu canlı tutarak,alkolik veya eroinman olmadan süreni tamamlayabilmek. Sporcuları kıskanıyorum. Bir top ne kadar önemli olabilir ki, çocukluktan itibaren her gün, günde 6 saat, peşinden koşturasın. Reza Zarrab'ı da çok kıskanıyorum. Şirinler çizgi filmindeki Gargamel karakteri gibi dünyayı ele geçirmeye çalışıyor. Adama para yetmiyor. Nasıl bir motivasyondur bu? Ve bende neden yok?

Netice. Netice yok. Elimizde bir tek Hatice var. Her şey o kadar saçma.

Ama biz yine saçma değilmiş gibi yaşamaya, sabahları uyanıp, tıraş olup, pek mühim toplantılara gidip, sunumlar yapıp, yazları katedral gezmeye devam edelim. Çünkü sarkacın diğer yanı, perdeleri kapatıp, geberene kadar içmek.


1 Haziran 2014 Pazar

hayatla geçinemiyorum bugünlerde

benim masama değilde
yan masaya servis yapan garsona edeceğim bir çift laf var
hanımefendinin kahvesini geç getirdi
hanımefendi kahvesi geçikti diye
masada oyalandı
içinden bir şarkı söyleye söyleye oyalandı

her şey o kahveyi geç getiren garsonun suçu
hanımefendinin söylediği şarkı hatırlattı
giderken mutfak tezgahıma bıraktığı o son mektubu
iştahım duruldu
görecektiniz tabaktaki beğenilmediğini sanan
körili tavuğu

bir de sabah bindiğim şu aptal taksi söförü
o da az değil
trafikte olması hatalı
hatta bu dünyada var olması
ehliyeti de hüviyeti de alınmalı
hatalı o gün o sokakta olması
elimi kaldırdığımda sağa çekip durması
dikiz aynasından ara ara bana bakması
ve kaşlarının ve kirpiklerinin ve gözlerinin kenarındaki çizgilerin
seninkileri bu kadar anımsatması

super market kasasındaki şu uzun sıralar
adeta esir kampındaki koyunlar
benzin döküp yakmalı bunu kabul eden insanları
her şey kapitalist düzenin dayatması
görülmüş mü bu kadar güzel parfüm kokan bir adamın
market sırasında bu adar uzun süre ayakta durması
o koku beynimin en müstehcen yerinde
hatırlatır nasıl bir şeydi aşkının tenimde dolaşması










31 Mayıs 2014 Cumartesi

her şey geri bir tek aşk ileri


geri sayımda
her şey geri sayımda
bu şiir bu okuma bu duygu
geri sayımda

bunlar iyi günler güzel günler
geri sayılan her şeyin sonu
kucağını açmış bizi bekler
batmaya doğan günler
verilmeye alınan nefesler
kıvamı keşfedilecek yeni yemekler
gerisin geriye dönülecek çıkılmamış seyahatler

ve aşk
sonsuz aşk
hiç bir şeyin sonsuz olmadığı bir evrende
sonsuz olduğuna herkesi inandırmış şeytan işi
bir tek o sayar ileri

bilirim annemin, köpeğimin, bu güzel bir tabak yemeğin
bu yağmurun ve ardından çıkacak gök kuşağının beni bırakıp gideceğini
ellerime, gözlerime sürdüğüm pahalı kremin biteceğini
bir tek aşk
aşkın mutlak yinelenme ihtimali vardır
yitirilen ve geri sayılan tüm diğer şeylerden ayrıdır
aşk ileri sayar
insan ancak böyle yaşar

zeynep tezcan



9 Mayıs 2014 Cuma

bazı günler perdeleri kapatmak lazım







perdeleri kapatıp
şiir okusam gün boyu
günler boyu geceler boyu
akşam üstleri ve sabaha karşılar boyu
o kadar çok şiir okusam ki
zamanların kısalsa boyu

hasta başında dua okur gibi
perdeleri kapatıp
okusam şiir gün boyu
hayatım iyileşir mi?
olur mu böyle bir soru...

yorgunluklarımı yatağa yatırsam
gözden düşmüş hayallerimin altına bir yastık
kızgınlıklarımın alnına ıslak bir havlu koysam
açlıklarıma bir tas çorba yapsam
aşk yangınlarından terlemiş sırtımın atletini yıkasam
hayatım iyileşir mi?
yoksa bu da cevapsız olan sorulardan mı...

şairin dediği gibi
hayatım benden çıksa
içinden hayvanı çıkmış bir kabuklu gibi kalsam
hayatımı sarsam sarmalasam
elimde bir şiir kitabı uyuya kalsam

sabah olsa
gözüme kalın perdelerin arasından bir ışık vursa
şiirler yerlere yuvarlansa
hasta yatağı boş olsa

kabuğumu taşısam pencereye
açsam perdemi gözlerim yerine
hayatım bahçeye çıkmış
elinde leylaklar
üzerinde beyaz bir elbise

hayatım iyileşir mi
iyileşir
gerek yok gereğinden fazla şiire









16 Nisan 2014 Çarşamba


                                                   
 saat sabahın beşi
 beynim bit pazarı yeri
 hayatım tezgahlara düşmüş
 kapışılıyor yok pahasına

13 Nisan 2014 Pazar

7.2

bir yaz gecesiydi ağustostan
sanırsın yılın başka günü kalmadığından
on sekizinci günüydü üstelik
büyük düzce depreminin on dördüncü yıl dönümü
benim depremimin ilk günü

karaköyde bir tahta masaya oturmuştuk
ilk randevu için masa fazla küçük
yüzlerimiz birbirine fazla yakın

ömrüm boyunca bakabilirim bu yüze demiştin
bir an içimden geçirmiştim
bu bir kavuşma mı
bir deprem mi

kim bilir
benim bilmediğim kesin
gözlerinin kahverengisi memleket toprağı oldu
gülümsemenle akasyalar çiçek açtı
o masaya oturana kadar tenime batan bütün dikenler
son buldu kirli sakalının bittiği yerde
iki dudağının arasındaki nefeste

ılık meltemler uzak denizleri getirdi koydu masamıza
yıldızlar yağdı başıma taç oldu
karşımızda sarayburnu tarihin tüm ışıklarını yaktı
hükümdarlar padişahlar sultanlar soytarılar filler ve fareler
davetlimiz oldu
toplar atıldı bu sefer avrupa yakasından antartikaya
rakı döküldü eteğimin kenarına beyaz dantel oldu
düğün mü cenaze mi belli değil
martılar eski bir şarkı tutturdu
balıkçıların oltasına iki harf takıldı
iki harfle bir hikaye yazılmazmış
anladığımızda
garson masaya hesabı koydu

düzlüğümün zelzelesi oldun
aydınlığımı karanlıklarında boğdun
her şey ters düz
tepe taklak
tavanımdaki derin çatlak

uykuda yakalandım
sahici olan hangisi anlamadım
duvarlarımdaki tüm doğrular
yerlere düşüp parçalandılar
uyuduğum yatak yandı
sensizlik kırık cam gibi geceme battı

bugün onsekiz ağustos düzce depreminin onbeşinci yıl dönümü
benim depremimin birinci
gerçek duvarları olmayan prefabrik bir evde yaşıyorum
ne akılda bir fikir
ne gönülde bir sevda
ne bu plastik duvarda çivi
durmuyor
hayatımın hamuru bir türlü tutmuyor

odama rüzgar sızıyor
rüzgarın içine saklanmış ıslıklar
kulağıma depremlerden sonra yeniden kurulan şehirlerin hikayelerini fısıldıyor
yatağımın altında iki harf
bir cümleyi başlatmak için firavun sabrıyla bekliyor



11 Nisan 2014 Cuma

kulis


                                     
yalnızlıklarımı pudraladım çıktım evden
merdiveni kullandım
kalçalarımı eritmem gerektiğinden
ne yalnızlığım belli
ne kalçalarım korsesi

sahilde bir banka oturdum
kalçalarımı bankın kenarına koydum
genç bir çift geldi oturdu yanıma
aşkları hain bir güneş gibi vurdu
pudralı yalnızlığıma

gençliğim geldi oturdu diğer yanıma
ağzında sarı bir papatya
boş ve aylak geçirdiğim tüm vakitleri
alıp ekleseler ömrümün sonuna



gece gezmesi



                                                         
elimde bir sepet
yıldızları topluyorum bu gece
sonra sana geleceğim bekle
masanın üzerine dökeceğim bütün yıldızları
rakı da getireceğim bir şişe
kadehime yıldızları atıp içeceğim buz niyetine
tüm olmamış dileklerin sanığı bu yıldızlar
rakıyla kana karıştıklarında belki anlarlar
olmayan dileklerin insanın kanına nasıl dokunduğunu

8 Nisan 2014 Salı

deli maviler

rüyalarımda bir sevgili var
gerçek dediğimiz hayata gelmeyecek kadar beyaz
rüyalarımda bir sevgili var
bütün eski sevgililerimin özlediğim taraflarını taşıyor
birinde onun gülüşünü görmüşüm de vurulmuşum
diğeri onun sesiyle çağırmış beni, ondan dönüp bakmışım
zerrelerin toplamı gibi bir şey o
bugüne kadar yaşanan her şeyi manalı kılan
ne ben çağırıyorum onu
bu kornalı, telaşlı
elindeki kılıçla hayatı insanlara pay eden
bolluğun, kardeşliğin olmadığı bu demokratik sabaha
ne de o geliyor şehrin terinin sindiği kirli ve yorgun akşamlara
biz altın saatlerde buluşuyoruz gizliden
hayat ebeveyn gibi odasında uyurken
vedalaşıyoruz göreve giden asker ve karısı gibi alacakaranlıkta
hasret büyüyor içimde
doğuracağım onu dolanıp durduğum bu fani dünyanın
çıkış kapısını bulduğumda


her şeyden biraz

senden biraz
benden biraz
ikimizden biraz

sensizlikten biraz
bensizlikten biraz
başkalarından biraz

olur muydu, kim bilir
daha da fazla çabalasaydık biraz

vazgeçtim biraz
tutuklu kaldım biraz
işte geçiyor günler
yaşıyor gibiyim
az biraz

big bang

parmaklarımın ucunda gökyüzü
dünya ayaklarımın altında
ben, ben oluyorum
sanki ilk defa oluyormuşcasına

15 Mart 2014 Cumartesi

mutlu havalar



                                           


hava puslu ve yağmurlu değilken de
böyle güneşli havalarda acıyor benim canım

böyle mutlu havalarda geliyorsun aklıma
diyorum napıyordur ne ediyordur
bu güzel haftasonunda

hangi güzel gömleğini giymiştir
hangi güzel gülümsemesi vardır yanağında
hangi martının fotoğrafını çekiyordur tam şu anda
ve o fotoğrafı kime gösteriyordur
kim vardır yanında?

gözlerini kapatıp
yüzünü güneşe verdiğinde
kimin gölgesi düşüyordur
gönül objektifine

böyle pırıl pırıl havalarda
yalnızlığın kilosu çıkar tavana
borçlanır insan mutlu çocukluğuna

sözlüye kaldırılmış tembel bir öğrenci gibi
durursun hayatın karşısında
ne yapacağına ne edeceğine dair
tek bir fikir yoktur aklında

10 Mart 2014 Pazartesi

pazar gününün akşam üstüsü

ana baba evi
kimsenin bilmediği
gizli bir sığınak gibi
dışarıda bombalar patlıyor
ihanetler yaşanıyor
ne ses ne koku
buraya sirayet etmiyor

7 Mart 2014 Cuma

sen ve ben





sen ve ben
şemsiye ile şezlong gibiyiz
yangın yeri gibi bir dünyada
kavrulmamak için birbirimize
sığınmışız

gençliğimiz kızgın kumlar gibi yakıcı
geleceğimiz mavi denizler kadar serin

uzun bir yoldu bizimkisi
uzak değil biliyorum
yaklaştı / bitiş çizgisi
yıldızlara bakan aşıkların gözlerinde
oltaya takılan ve son anda kurtulan
balıkların pullarında
devam edeceğiz
parlamaya

sen ve ben bir gün gitsek bile
bilinmeyen uzaklara
bir şemsiye yanaşacak bir şezlonga
ve hikayemiz tekrar başlayacak
bir kez daha


mart 2014

kısa öykü

"Nasilsin" diye sordum arkadasima
"Yasiyorum" dedi kafasini kaldirmadan. Kahvesinde sanki kendi karanligini izliyordu. Oysaki, kafasini kaldirsa, güneş süzülüyordu kafenin vitrayli camlarindan. Masamizin uzerine cocuklugumuzun bilyeleri gibi dusuyordu renkli gunes taneleri.
"Aradi mi hic" diye sordum.
Yine indirdi yüzünü kahvenin kahverengiligine ve "hayir" dedi.
"Peki sen" diye sordum. "Sacmalama asla yapamam oyle bir sey" dedi.
Neden yapamayacagini sordum. Çünkü benim, beni terkeden bütün adamlari ağlayarak aramisligim vardi.
"Yapamam! Cesaretim yok!" Diye bagirdi ve kahve hortum oldu yukseldi, arkadasimi aciya boğdu.
"Bunun cesaretle ne ilgisi var, birini ozluyorsan, arayip soylersin bunu, anlamiyorum seni" dedim.
Gunes kapadi. Bilyeler yere yuvarlandi. Ictigim çayın dumani bardağa geri daldı.
"Sen de beni anlamiyorsun" dedi arkadasim. "O beni tek kurşunda öldürdü. Tek bir kurşun. Aci bile cekemedim. Alnimin ortasina sikti. Insan sürünürken konusabilir, can cekisirken ya da bir ambulansin icinde soyleyebilir son sozlerini. O beni tek kursunla yere indirdi. Ölüler konusamaz arkadaşım."
Sustum. Ve anladim. Ölülerin cesareti de yokmuş. Yaşarken cesaretli olmali o halde.
Bu Pazar başka bir Pazar.
Önceki hiç bir Pazara benzemiyor.
Erken kalkan pazarcılar gelip toplamış tüm mutlulukları.
Geriye sadece çürümüş marullar kalmış.
Bir de içinde parlak kırmızı elmaların taşındığı
kırık tahta kutular.

gibilerde kalanlar

yeni kesilmiş çim kokusu gibisin
bana her gülümsemende
tazeneliyorum

ovalarımda yeni doğmuş kısraklar koşturuyor
ırmaklarımda yıkanıyor
güzelliğini yeni farketmeye başlayan
genç kızlar

tenime değen ılık bir rüzgar gibisin
bana her gülümsemende
içim gıdıklanıyor
dağlarımın buz kesmiş tepelerindeki
karlar eriyor
göklerimdeki kuşların hepsi aynı anda
sana doğru göç ediyor

boğazda yürürken burna çarpan rakı kokusu gibisin
insan yapılması gereken her şeyi bırakıp
sana koşmak istiyor
yanına oturup
işi sulandırmadan
sek içmek istiyor seni
beyazlığında
tüm gölgeleri boğmak istiyor

karnın aç
evde bi başıma otururken
balkondan aniden ve izinsiz giren
komşu tenceresinden kaçmış hain bir ev yemeği kokusu gibisin
ekmeğimi sana banmak istiyorum
seni yalayıp yutmak
zerren kalmayana dek eteklerini sıyırmak istiyorum


28 Şubat 2014 Cuma

monolog


ben!

ben çok renkliyim!

sen!

sen çok siyah beyaz!

ben...

ben ne çok şey biliyorum...

sen...

sen ne az....

ben çok yorgunum

sen ne kadar hafif.


...............


HAYAT?

hayat nasıl bir şey diye soruyorsun bana?

benim de bir sorum var sana...

çocukluk?

çocukluk nasıl bir şey?

....................



sanırım
sen sadece çocukların yaşadığı bir ülkeden geliyorsun!
orada erişkinlik yok

ben de sadece erişkinlerin yaşadığı bir ülkeden geliyorum
orada
çocukluk yok.

.........................


ben seni bir yerden hatırlıyorum! daha önce gördüm sanki ben seni!

sanırım...

seni rüyamda gördüm ben.

aklımda bölük pörçük hatıralar.

çocukluk - erişkinlerin gördüğü bir rüya olmalı

çünkü sana bakıyorum

ben sen olamam.

sen de ben olamazsın.

benim ellerim hiç bu kadar küçük olmadı

ben saçlarımı hiç böyle toplamadım ki!

bana bak!

senin sırtında böyle bir yanık izi var mı?
...........

canın çıldırasıya yandı mı?

.............


hani rüyadan uyanırsın ya

nefes nefese

böyle tanıdık bir yere gidip gelmiş olmanın burukluğu

kalakalırsın yatağın ortasında

işte tam öyle

duruyorsun salonumun ortasında

buruk.

ve ben

seninle ne yapacağımı bilmiyorum.


.................



ağlama!

tanrı aşkına!

ölünmüyor yalnızlıktan!

güven bana!

ölünmüyor!

şimdi ağlamayı kes ve beni dinle.

sana bir teklifim var.

ben de bıktım evet

bıktım geçmişsizlikten

biliyorum

sen de bıktın

geleceksizlikten

gel.

bundan sonra yalnızlık yok

söz.

gel.

gel tut elimi

ben sana vereyim geleceğini

sen de bana ver geçmişimi

bana ver hatırlayamadıklarımı

gel.

gel sarıl bana.

gel.

gel katıl bana.


(gel. gel. gel bir olalım)













23 Şubat 2014 Pazar

çivi

istanbul un çivisi çıkmış
yerlere düşmüş tüm hayatlar
delik deşik lanet olası sokaklar!

insanlar sevişirken birbirlerine
bir şeyler fısıldar
kimselerin duymadığı
o bir şeyleri
şehir duyar
ve hayatın çivileri atar...

her şeyi yerinden oynatan
kuşları utançtan balkonsuz bırakan
birikip kaldırım köşelerinde
pencerelerden evlere sızan
sevişirken fısıldanan o sözcükler!

bir tek senin elinde çekiç
tüm çivileri geri sen mi çakacaksın
dengesi fena şaşmış istanbul un
yerin dibine batsa çok mu şaşacaksın?

ne olduğun hiç farketmez
ister tak kravatını yap muhim toplantını
ister ev kadınıyım de
kapıcıdan iki kilo kıyma söyle

hiç farketmez
sen fısıldadıklarınsın
kimsenin duymadıklarısın!

kelimelerin terinle harclanmış
senin duvarlarında çivi kalmamış
istanbul la birlikte
senin de batmana az kalmış!




*charles bukowski nin şerefine!






17 Şubat 2014 Pazartesi

16 Şubat 2014 Pazar

geri dönüştürülebilir çevreye dost hayatlar

sabaha karşı uyanır ya insan
işte o vakit
ne varsa yürekte
iki kat ağır çeker

havlunun ıslanması gibi bir şey bu
ya da bulgurun şişmesi
alacakaranlığın ruhun üzerindeki etkisi

ölüm ise yürekteki
idrakı zor seher vakti
gerçek mi hayal mi sorgularsın
bir daha onu görmeyeceğini

ayrılık panikletir
düşürür atmosferdeki oksijen seviyesini
sıkışır tüm organlar
ten atmak için sızlar
üzerine sinmiş kokuyu
saçlar ağlar
uykuda ıslanmış enselerde
dudaklar yanar
soğuktan titreten ateşlerde

geçer birbirine
düğüm olur geçmişin geleceğinle

aşk
sabaha karşı uyanmalarla iyi anlaşır
gereksiz bir gülümse vardır
tuvalete yürüyüşünde
su içerken ağzının kenarlarından
aşk akar görgüsüzce

tartılabilse
en ağır yalnızlık çeker
eşref vaktinde
sokak lambasından bir ışık süzülür kanepeye
odalar boş
koridorlar kimseyi bağlamaz birbirine
şehrin sesini dinlersin gizlice
kaldırımlarda açlığı sokak köpeklerinin
hayalet gibi gezinir
gidemediğin yollardaki ayak seslerin

gökyüzündeki yıldızlar juri olmuş
izler dünyadaki tüm şehirleri
istanbul mutlulukta sınıfta kalmış
gecelerinde gözyaşları sel olup akmış
şehrin sokaklarında dolanan umutlar
bu sellerde boğulup karanlıklara dalmış

sabaha karşı
şehrin gözyaşları
geri dönüştürülen peçetelerde
şehrin çıkışındaki o çöplükte
gözden ırak
hiç ağlanmadı sanki bu evde
bir kız çocuğu ilk kelimesini yazar
gözyaşından dönüşen o temiz deftere







10 Şubat 2014 Pazartesi

günde on dakika

insan en az günde on dakika
iskemleyi çekip
aynada kendine bakmalı
bir gecede yaşlanılmıyor ya
izlemeli gün be gün
yüzünde oluşan haritaları
saçlarında aklanan günahları
bir sabah dememeli
kim bu ihtiyar aynadaki

insan en az günde on dakika
iskemleyi çekip
bakmalı sevdiğinin gözüne
ve belki bir de ellerine
aşk bir gecede bitmiyor ya
görmeli o gözlerin uzakları görmeyi seçtiğini
o ellerin hangi başka ellerle
karşıdan karşıya geçtiğini
hangi avuçlarda terlediğini
bir gece uyku arasında farketmemeli
bir daha geri gelmeyeceğini

insan en az günde on dakika
iskemleyi çekip
geçmişini masaya dizmeli
karşısına geçip hesap kesmeli
güneş alan ve kurak kalan
tarafların yerlerini değiştirmeli
ömür bir günlük değil ya
bir akşamüstü eve dönerken
aklından geçmemeli
hayaller kalakalmış
vakit ise çok azalmış

insan en az günde on dakika
iskemleyi çekip
geleceğini balkonundaki ipe dizmeli
rüzgar estikçe
burnuna gelen kokuyu hissetmeli
gelecek bir yatıp bir kalkınca
insanın salonunun ortasında belirmiyor ya
hazırlıksız yakalanmamalı
kalabalıkların hafifleyip
yüreğin ağırlaşacağı belli
sağa sola uçuşan geleceğimin mandalı
senin yanımda kalmanda saklı



9 Şubat 2014 Pazar

hiç

günlerden pazardı
yıllardan ikibinondört
saatlerden akşamüstü
yol ağaçlıydı
ben yaya
ellerim cebimdeydi
aklım ise sende
bir ıslık vardı dudağımda
dudağını tercih ederdim ıslık yerine

kısa bir an oldu
çok kısa bir an
ve bir şey oldu
bilmem sen de şahit oldun mu
önce kuşlar sustu
ardından rüzgar durdu
karıncalar yuvalarına koştu

sessizlik...

sonra bir kadın çığlığı duyuldu
avaz avaz
ve dünya durdu.
dönmedi.
çok kısa bir an
tanrının nefesi dünyayı döndürmeye yetmedi

mavi toprağa indi
gök kahverengi
yağmur yerden göğe yağdı
yıldızlar maden ocaklarında eridi
okyanusun derinliği balinaya yetmedi
martı çamurlu bulutun içinden geçemedi

güneş doğmadan gün düşük yaptı
perdelere gerek kalmadı
akşam üstleri, ikindiler ve tüm ara vakitler
geceye sığındı
allahtan gözlerim karanlığa alışkındı

o an birdenbire bitti
bir rüya gibiydi
kuşlar şarkıya kaldığı yerden devam etti
ama benim aklımdan
o an bir daha asla silinmedi
anladım
her şey
bir anda hiç
hiç
bir anda her şey olabilirdi











4 Şubat 2014 Salı

bulutlara bakan adam

evden sigara paketini
ve kitabını alıp çıkardı
her seferinde bekledim
beni yanına hiç almadı

her şeyi zor yapardı
geceleri zor uyur
sabahları zor uyanırdı

zor mutlu olur
mutluyken de zor durulurdu

zor severdi
sevince de çekip giderdi
geldiği gün
tüm olmadığı günlere değerdi

onu sevmek ise kolay olandı
gözünün içine bakınca
insan unuttuğu her şeyi tek tek hatırlardı

uzun sabahları vardı
oysa herkes bir yerlere yetişmek için
sabahlarını kısa tutardı

o yataktan gökyüzüne bakardı
ben de yan yastıktan ona
gözlerini bile kırpmazdı
uçurumunda bir gözyaşı
gururu baraj olmuş tutar tüm duyguları

kaşları çatık
sakalları dağınık
ben ona 3. dereceden yanık
o ters giden her şeyden sorumlu sanık

alt ranzada yatan mahkum gibi
bakardı hayatının posterine
duyduk duymadık kalmasın ahali
bir ömür daha bitmekte!

kafamı alır omzuna koyardım
bir göğe bir ona bakardım
bulutların arkasındaki her neyse
belli ki tek bir anı bile kaçırılmamalıydı
gözlerini ondan ötürü kırpmazdı

ne çok sabah onun yatağından çıkıp
pencereyi açıp
bulutların mavisine karışmak istedim
göz göze gelelim
anlatsın bana kafasındakileri diye

eğer bir gün olur da
karışırsam buluta
yatağından bana bakan tüm adamlara
diyeceğim odur ki
bakma bana!
dön sarıl yanındaki seni seven kadına!

















31 Ocak 2014 Cuma

hayat dersi

önce saçlarımı kestiler
kıtır kıtır
acımadılar

sonra gözlüklerinin arkasından vücudumu süzdüler
yukarından aşağı aşağıdan yukarı
utanmadılar

eteğinin boyu kısa dediler
hırr hırr
eteğinin boyu uzun dediler
haha haha

geldiler dudaklarımdan öptüler
mucuk mucuk

gittiler arkalarına bile bakmadılar
bye bye

çok sevdim
boğuldular
ahhhhhhhh!

az sevdim
hatta sevmeden seviştim
şeytansın dediler
tövbe tövbe...

ne ettiysem olmadı
yeminle...

sonra bir ses duydum
ilkokul öğretmenim Kadriye hanımınkine benzer
"hayatta sınıfta kaldın!
otur yerine!"

herhangi biri olsam kendim harici

keşke kendi yazdıklarımı
başkalarının hikayeleri gibi okusam
seni değil de
seni anlatan kelimeleri tanısam

acısı yazanın gönlünde
okuyanın içi bir hoş olur
bir kaç saniyeliğine

kalemi tutan el ağır
kitap belki etmez 250 gram
yaşanılanlar soğuk yıllara yayılmış
okurken bir yandan salatalık yiyen adam
sırtını kalorifere dayamış

şimdi ben başkasına vereyim
seninle seviştiğim geceleri
ceketini giyip gidişini
başkasına vereyim
aklımdan bir türlü çıkmayan gülümsemeni
başkası gidemesin vapur iskelelerine

sonra oturayım bir kahveye
rastgele bir kitap alayım elime
acı çeken bir kadın olsun hikayede

oturup biraz okuyayım
sonra sıkılayım
kahvem bitince
kitabı kapayayım
kadın kalsın hikayenin içinde
ben gideyim başka hikayelere
ellerim paltomun cebinde
sahi ne varmış bu vapur iskelelerinde?




salıncak

bu seferki ömrümde
bir can çıkmadı içimden
canım çıktı
şiirler çıktı
bir de sonu kötü biten hikayeler

doğmamış çocuğumun ağıtından aldım
mısralara kattım
kelimelerle oynadım saklambacı
kafiyelerde çığlık attım diş çıkarırcasına

bu sefer öğrendiklerimi
satırlara anlattım
hayatta bir doğru yokmuş
doğru yaşamanın da bir önemi
aldım bunu kitabıma başlık yaptım

Pazar günleri yalnızlığımı süsledim çıkardım parka
koydum onu özenle salıncağa
kulağına ninniler söyledim
karanlıklardan ve içip yerlere kusmaktan
bahsettim
bilsin istedim

cümleleri şişe dizdim
bir ters bir düz ördüm
sıkı örülmüş hikayeleri
üşümüş akşamlara götürdüm

bayram sabahları
dişli ayrılışlarımı tarak yaptım
saçlarına lastik gibi yok olmayan yalnızlığımı taktım
üç tabure çıkardım
birine kafamdaki sesi oturttum
diğerine gözlerimin bugüne kadar gördüğü herşeyi
aralarına geçtim
fotoğrafımı çektim

sonra bir sonbahar günü
evde bırakmıştım tüm kelimeleri
o parka gittim
başkalarının salıncaklarını izledim
kimi yaşlılığını sallıyordu
kimi bacaksız doğmuş olmanın kaderini
koşup gidemediği bahçeleri

herkes çok özenli
oysa ki
hepimiz toplansak
koysak hayatlarımızı salıncaklara
çağırsak mağarada yalnız yaşayan o devi
itse göğe tüm dertleri
benim yalnızlığım
senin kırışık gözlerin
annemin hasta karaciğeri
uçsa gitse başka bir gezegene

boş kalsak biz
sahile vurmuş
balıksız bir ağ gibi

takılmasa hayat düşüncelerimize





30 Ocak 2014 Perşembe

kafamı aynadaki göğsüme yasladım

çocukluk aşkımı gördüm rüyamda
kafamı göğsüne koydum
dedim çok yoruldum

sarıldı bana
bir şey demedi
o da yorgundu belli

bir süre
çok kısa bir süre
gözlerimi kapatıp
çocukluğumda dinlendirdim
büyümüş ve sakalları çıkmış hayatımı

sonra anladım
bu bir rüya
uyanıklılıkta yok böyle saf bir sevda
yitirilmiş sarılmanın yettiği sessizlikler
bağırıyor bencil sevişmeler
et kanıyor
ruh dur diyor
kimseler duymuyor

uyanmak istemedim
Allah biliyor ya
gün başlamasın dedim
rüyayı gereğinden fazla geciktirdim
bilirim ne senin cesaretin var
ne de benim

öğlene geliyordu vakit
ezan sesi artık kasetten sabit
müezzin bile terk etmiş
tanrıyla aramıza hayat girmiş

kalktım kafamı
aynadaki göğsüme yasladım

var da var

çok güzel be şu hayat
vallahi çok güzel
biliyorum
can acıtan tarafları da var
ölüm var
ayrılık var
denize kavuşamayan kaplumbağa yavruları var
o var bu var

ama bulutlar da var be kardeşim
denizler de var
dalgalar da var
denizlerin
kokusu da var
deniz kokusu teninde ve saçlarındayken
tuzlu tuzlu sevişmek de var
içine çekmek içinde yüzmediğin denizleri
var da var be kardeşim

rakı var
kavun var
yaz gecesi rakının kokusu var
o kokuda aşık olmak var
öpüşmek var be kardeşim
sonra gözlerine bakmak var
ve her şeyin iyi olacağını sanmak
daha ne olsun

ölmek için bir kaç
yaşamak için pek çok
neden var



kedi köpek kuş yunus ve ben

uyuyordum
bir ses duydum
uyanıp durmaktan yoruldum
cama doğruldum
bir kuş gördüm
boynu kırık
yatıyordu penceremin pervazında
dünyanın henüz haberi yoktu
bir serçenin can verdiğinden

bir ben tanık
bir kuşun ölümüne
bir ben yanık
bilirim
zaman alır ölmemek

kuş camı ne zaman öğrenecek
otomobili kedi köpek
koyun ne zaman beklemez kurban edilmeyi
ve teper hergeleyi
papağanlar ne zaman ağdalı ağdan kaçar
yunuslar kendilerini sirklerde oynatan insanları
okyanuslarda boğar

ben de o zaman öğreneceğim seni
senden dolayı ölmemeyi

AŞK

ateşin üstüne yürüyorum
körü körüne
sağır sağırına
dili tutulmuş
mahşer diye bağırıyor gökler
tehdit duyana söker
insan gelişkin
okur öğrenir öğretir
bir nefes...
bildiğin herşeyi unutturur

ateş yanarken alev alev
soğukta kim beklemek ister
gözler kıyamet
gözünü kaçırırsan ihanet
gülümseme mızrak
gelecek gecelere ızdırap

ateşin içine yürüyorum
şeytan değilim
can yakacak
itfaiyeci değilim
can kurtaracak
insanım
insan
aşık olacak



28 Ocak 2014 Salı

karaköy vapuru

en son bindiğimde
bu vapur sana kalkıyordu

birlikte olma istediğinden oluşan
ihtimaller ülkesine varıyordu

kaptan dümene geçtiğinde
halat babadan çözüldüğünde
vapuru kelebekler istila ediyor
karınlara ağrılar giriyordu

dudaklar masumca gülümsediğinde
dalgaların rengi pembeleşiyor
buğulu cama yazılmış iki harf
parmak izli bir kalbin içinde sevişiyordu

heyecanlı bacaklar öndeki yolcuları kızdırıyor
yakalar düzeltiliyordu
rujlar tazelenirken
umutlar yola çıkıyordu

yol üstünden sırayla
haydarpaşa kız kulesi ve topkapı
istanbul un bin yıllık aşk kayıtları için
yeni bir sayfa açılıyordu

en son bindiğimde
bu vapurun bileti sana kesilmişti
aynı vapurdaki yolcular
nasıl ayrı yerlere giderdi



HAYAT UZUN.
KUŞLAR DURUYOR.

yılın başı yılın sonu

o gecenin sonunda
ayrılık vardı aklımda
yine aşık oldum
çünkü çok güzel baktı bana

onun bakışlarında girdim
bu sene de
yeni yıla

havai fişekler patlıyordu
öperken onu
dudaklarında

sonra geçmeye başladı yine dakikalar
kutlamaları hiç sevmedi zavallı kuşlar

aldığım her yudumda
vazgeçmek daha da imkansızlaştı
artık
kısmet
gelecek yıla

23 Ocak 2014 Perşembe

bana gerçeküstleri yardım etti

sen
nasıl söylesem
sanki üç bin yıllığına dünyayı yönetecen
ne bu ciddiyet ne bu kolalı yakalar
hüviyetin olmasa seni ölümsüz sanarlar

gel sevgili
gir koluma
açalım cennetin bahçe kapısını
mavi kuşlar konsun turuncu ağaçlara
şarabı birbirimizin avucundan içelim
açılalım adaların buluttan olduğu okyanuslara

at şu kelepçe olmuş saatini yere
çık tepin üzerinde
pahalı saatlerin zamanı daha hızlı akar
yetişemezsin dur
durmazsan hayat durdurur

gel sevgili
gir koluma
çıkalım unutulmuş şu küçük balkona
karpuz çekirdekleri gibi
gökyüzünün yıldızlarını ayıklayalım
dileklerimizden olur belki bir ikisi

ah sevgili
gerçek sana hep yetti
oysa ki
bana
hep gerçeküstleri yardım etti





varoluşun idrak farklılığından ötürü
ayrıldım tavla oynadığım dostlardan

geceyi bekler mucizeler

bulutlar geçip gidiyor
gemiler geçip gidiyor
hayat geçip gidiyor
ben geçip gidiyorum

her şey çok mu yavaş oluyor
ellerim yavaş yavaş kırışıyor
uzakların hepsi yakınlaşıyor
her şey bir
her şey tek
zamanlar kum saatinin ince beline sığmıyor

her şey bir anda mı oluyor
bahar dalları neden hep ben uyurken açıyor

cemre gibi tanıksız
ölüm neden
gözlere
kimse bakmazken
düşüyor






öğleden sonra uykusu gibi
ele geçirdi aşkın beni
önce nefesim kesildi
sonra içim bir geçti
karın boşluğum salıncağa bindi
arkamda sen
göklere ittin beni

ikindi uykusunun tatlılığı
kısalığında
gelir kuşatır insanı en olmadık anda
gerek yok büyük yataklara yorganlara
kısa bir an yeter
kanepenin ucunda

gece gibi aşk yaşamak
ne mümkün bizim gibi kızlara
kanepenin ucu hasret
uzun ve rahat uykulara

öğleden sonra uykusunun tadı
engellenemez gelişinde saklı
şekerleme der bazıları
seninle bana olan o şey gibi
uyanması çok acı



22 Ocak 2014 Çarşamba

dal çıplak kalana kadar düşer yapraklar

sevmek de kör olmak gibi
kayıpsa o yeti
olmuyor ne etsen
yok çaresi
ne zorla göz görür
ne zorla gönül çözülür

en iyi arkadaş
çocukluk istasyonunda inmiş
büyüklük şehrine
yalnız girilmiş

tutkular
birer birer dehlizlere düşmüş
koşarken kendi suretime

aşk
ilk kez girince hücreye
atlar kalpten ciğere
gözden dile
hayat bulur
bıyık altı bir gülümsemede

aşk
terkedince ihtimalleri
dönersin yüzünü çiçeğe böceğe
düşünürsün
yarasa nasıl yolunu bulur görmeyince
şaşırırsın
yıldızlar kayar kayar
eksilmez mi gök en nihayetinde

madalyonun bir yüzü hayat
diğer tarafı bayat
deneyimlenince heves
coşku küçültür vites

bütün güzel besteler
asıl kutlamayı sonda değil
orta yerde sergiler

ömür nehri incelir
aktıkça zamana doğru
ben de incelirim
baktıkça öze doğru






16 Ocak 2014 Perşembe

HİÇYA

zamanın yuvarlaklar içinde sıkışmadığı
aşkların karşılık için çırpınmadığı
tek bir dünya benimkisi
sarmaşıkların yıldızlara dolanmadığı
göğe uzanan ağaçların gölgesinde
gecelerin yaşandığı

kaç kişilik bir dünya benimkisi
kaç şehir sevdi
kaç adamın geçmişinde gezindi
kaç ihtimali es geçti

kaç oda değiştirdi
ruhumun rüya bekçisi
bir odaya doğdum
bir odada yok oldum
arasındaki odalarda
yavaş yavaş soldum

bir dünya ki benimkisi
gençlik yok
ölümün de olmadığı gibi
bütün anların toplamı
etimi soyar bir tellak gibi

tek kişilik bir dünya benimkisi
kuşların kulağıma şiirler fısıldadığı
şeytanın geceleri gelip yanıma uzandığı

tek kişilik bir şey bu
hayatla benim aramda
tek kişilik bir nefes bu
yetmez paylaşmaya

dün/ya mı
hiç/ya mı
nedir bilmem
seninle kavuşmamı engelleyen








15 Ocak 2014 Çarşamba

hayat ertesi

denizin kenarında oturuyorum
dalgaların sesini duyamıyorum

doğduğum andan beri tanık olduğum her şey
bir araya gelmiş siren olmuş kulaklarımda
hayat alarmda

sığınacak yer kalmamış
ne kadar gidersen git uzaklara
cihanda bir adım eder bütün çaba

güneş kendi gönlünde doğarmış
boşuna dönme yüzünü sevgilinin doğusuna
gün kendi sırtında batarmış
gök geride bıraktıklarınla kararmış

gerek yok kimsenin ardından gitmeye
rüzgarlar eser tenimde
çöllerin kumu uçar bilinmedik sahillere

gözümden düşen her kirpik
eklenir ana karnındaki bir bebeğe

hayat dolmuş ciğerime
kaçıp gelsem sana terliklerimle
otursam yanındaki sandalyeye
hayatı üflesem içine

13 Ocak 2014 Pazartesi

istanbul un adamları

istanbul un adamları. sizi kim bu kadar yaraladı.
hiç düşündünüz mü
sevmek bu kadar zor olmamalı.

istanbul un adamları. tıpkı şehrin sokakları.
ya tepelere çıkarsın sonra tutunamayıp geriye kayarsın
ya inersin tüm yokuşları
kısa bir an sanırsın oldu
aslında o geçici bir karın tokluğu

istanbul un adamları. tüketmişler her yanı.
girilmemiş sokak öpülmemiş dudak kalmamış
haberin yok
daha tanışmadan tüketmişler seni çoktan
özenle kalemini çektiğin o gözleri ağlatmışlar hiç yoktan
saçların bıkmış başkalarının evlerindeki taraksız sabahlardan
tenine dokunmuşlar sonra tenden gelen aşkta boğulmuşlar
haberin yok
seni tanımadan seni tüketmiş bu adamlar




sanki hava güzel değilmiş gibi kapat perdeleri
bırak bugün senin için kış olsun

sanki bu şehirde hiç çocuk yaşamıyormuş gibi
çalmasın bu sabah okul zilleri

sanki daha önce sevip unutmamışsın gibi
gel ve ilk kez öp beni

acı tek kişiliktir paylaşılmaz

yalnızlık paylaşılmaz
tek kişiliktir
biliyoruz söylemişti bunu bir şair

büyüdük
yalnızlıklarımızı paylaşamadık
şairi saygıyla andık

sonra bir de acılar girdi devreye
acı da paylaşılmıyormuş
tek kişilikmiş
anladık

her acı düşen kalbe müstesna
yanındakine geçmezmiş asla
bir tespih gibi sabırla çekeceksin
paylaşırım sanırsan yanılgıya düşeceksin

benden sonraki nesiller
acıyı da yalnızlık gibi bilsinler
paylaşılmayacağını söylemişti bir şair
desinler


hiç yaşlanmamışsın dedi geçmişimden kalma biri
yaşını hiç göstermiyorsun! diye şaşırdı yeni tanıştığım bir diğeri

önce teşekkür ettim
sonra çekip gittim
ve yaşlanmaya devam ettim

bilmiyorlardı
benim cildimi yaşlandıracak yüzeysel acılarım yoktu onlar gibi
ben içten çürüyordum
derinden
kalpten, mideden, akciğerden
beni bırakıp gittiğin yerden

vazoların boş kaldığı günlerdi

vazoların boş kaldığı günlerdi
hayatım susturucu takılmış bir silah
namlusunu dayamış göğsüme
tetik bilmem kimin elinde

hayatım dediğim bu şey de
boş vazolar gibi duruyor dünyanın bir köşesinde
insanın kendi aldığı çiçekler doldurmuyor sanki vazoları
oysa tek bir papatya
ne güzel durur rakı bardağında

yatağımın yaylarının gıcırdamadığı günlerdi
aynadaki suretim olmasa
var olduğuma en az üç reşit şahit gerekirdi

salondaki yaysız bir o kadar bahtsız kanepe
boş vazo gibi kalmış bedenimi
akşamdan akşama
misafir ederdi




anlamıyorum

bir karşılıklı aşkları anlamıyorum
bir karşılığını bulan aşkın sahtekarlığını
bir de balkonundan kahkaha duyulan akşamları

hiç yalnızlık çekmeden
birbirine yetmeyi anlamıyorum
bir de yetinip de
gitmemeyi

kalakalmadan hayatın ortasında
aralıksız çoşkuyla yaşayanları anlamıyorum
ağlamayanların gözyaşları nereye akar
onu anlamıyorum
mutlu olamayanların gülümsemelerin yanındadır
diyorum

bir de ölümden korkmadan
vitrinlere bakıp hoş beş eden yaşlı insanları anlamıyorum
delirmeden bir ömrü devirmeyi
bir de tam olarak nasıl delirildiğini anlamıyorum

bir seni
anlamıyorum
bir de
beni




bir şehir düşün senle dolu

kendimle göz göze geldim
bir taksinin dikiz aynasında
gözümde sen vardın
bilmem şimdi şehrin hangi sokağındaydın

bir martı ile göz göze geldim
karaköy vapurunda
gözlerinde senle bana ait bir hatıra
hava soğuk bir tek ikimiz varız dışarıda
saçlarım uçusuyor beremle atkımın arasında
gülüyorum kahkahalarla
sen de gülmek ne çok yakışıyor diyorsun bana

eski emek sinemasının orada
göz göze geldim kestaneci o yaşlı adamla
seni gördüğüm o en son an vardı
kestanenin yarığında

kafamı kaldırdım yağmur ile göz göze geldim
damladı gözüme
evlere saklanmadığımız o günler geldi aklıma
sarıldım yağmurun geri kalanına








7 Ocak 2014 Salı

bir serçe gördüm bugün boğazda
martıların arasında
geçmeye çalışıyordu anadoludan avrupaya
belli ki muhim bir nedeni var
kanatlarındaki güç bir ejderhadan ödünç alınma
kafasına koymuş
gidecek beyoğluna
ne kadar geri dön diye bağırsam boşa
konacak o omuza

benim icin fazla yaşlı bu dünya
çok fazla geçmişi var 
onu anlamaya yetmiyor
bir insan ömrü

çok fazla bilgi var
gidilecek bir o kadar da diyar
her gün sevişilecek başka güzel bir yar

bir hayat yetmez bu dünyaya
boşuna çırpınma 
kimse yazılan tüm kitapları okuyamamış
artık gerisi bir sonraki yolculuğa kalmış

cihangir

ah cihangir canım cihangir
binaları küf
sanatçıları züğürt cihangir

vah cihangir güzelim cihangir
kedileri tombul
kızları sevişmekten yorgun cihangir

cihangir cihangir cihangir
kafası karışık
gecesi sabahlamaya alışık
kime sorsan aşık
şehrin serserisi cihangir

garibim cihangir
elektrik direkleri köpeklere ağaç olmuş
en çok onun balkonlarında güneş doğrulmuş
kaldırımları drama, fiyasko ve entrikadan yorulmuş
ah ah cihangir

kirli sakalın yine fazla uzamış deli cihangir
ağzından cigarası eksik olmaz cihangir
paltosunun yakasını yine kaldırmış
sisli havada ray ban lerini takmış cihangir
dar sokakları geniş üzüm bağları gibi kokar
topkapı, kız kulesi, üsküdar
köşeleri hiç beklenmedik güzelliklere çıkar


cihangirin asıl oğlanları asıl kızları
bir de yaşamın set arkası çalışanları
taksi şöförleri
pizza dağıtıcıları
bakkal sahipleri
çöp karıştıran ayyaşları
herkes gelir herkes geçer
bir tek cihangirdir cihangirde kalan

6 Ocak 2014 Pazartesi

güzel seven adamsın
söylenecek laf yok
pek güzel sevdin beni
pek güzel anlattın nasıl sevdiğini
benimle daha önceki aşklarını temize çektiğini
ve hayal ettiğin parlak istikbalimizi

aferin.
senin sevgin
kendi yazmadığın bir şiirin güzel okunduğu bir oyundu.
ne yazık ki sende öyle büyük sevecek yürek yoktu
bu aşk var ya bu aşk
iyi hesaplanmış bir gönül soygunuydu

kozmo'ya

sen var ya sen
eve döneceğimi direksiyonumdan önce bilensin
her buluşmamızı bayram sevincine döndüren
sabahtan önce odama girensin

sen var ya sen
yorganımın içindeki
dizimin üstündeki
gözümün ucundaki
dilimin en çok söylediği kelimesin

canım köpeğim
sen benim yere düşen gölgemdesin
can yoldaşım
sen benim dibimsin dibimdekisin

şimdi sokaklarda yan yana yürüyen gölgelerimiz ayrılıyor
gölgesinde oturduğumuz ağaçlar
ve kafamıza kozalaklarını atan hain dallar
dostluğumuzu hep hatırlayacaklar

çok sevenlerin tek gölgeye düştüğü
başka bahçelerde
görüşmek üzere


vazgeçtim

gece yarısı ani bir açlık baş gösterdi mide dolaylarında
şöyle pastırmalı bir kuru geldi aklıma
yanında turşusu lahana
sonra anam düştü aklıma
döndüm midemi sırtıma
vazgeçtim

bir roman okuyordum gece ışığında
bir kız vardı satırlarında
amansız bir sevdaya kapılmış
uğruna yapmadığı kalmamış
sen geldin aklıma
kızdım aptal kıza
kapadım gecenin ışığını
vazgeçtim

tam anahtarla binanın kapısını açacaktım
ellerinde torbalar
ihtiyar bir adam öksürdü arkamda
çok yavaş yürüyordu / belli ağrıyan dizlerine sövüyordu
yardım edecektim
istikbalim geldi aklıma
vazgeçtim

31 Aralık gecesiydi
dünyanın ortak kutladığı tek şeydi
üzerimdeki siyah bir elbiseydi
saçlarım senin sevdiğin gibiydi
kırmızı bir ruj sürecektim gecenin şerefine
otobüsü durdurup hiç koşmadığım gelincik tarlaları geldi aklıma
vazgeçtim

bir kaç dize daha yazacaktım bu şiire
saate baktım
kalktım aynaya baktım
aklımdaki yazılmamış kelimelere baktım
hepsi mutsuzlardı
vazgeçtim