Her gün devam ettirebildiğiniz kaç şey var?
Memleketimizin Haziran ayında durmak bilmeyen yağmurlarla Norveç'e dönmesinden midir yoksa benim kafamı sık sık döndürüp geriye bakmamdan mı bilmiyorum, istikbal bugünlerde gri ve flu gözükür oldu gözlerime.
Her şeyden ve herkesten sıkılıyorum. Korkutucu olan, sıkıntı süresinin ciddi olarak kısalmış olması. Hayatımızın direğinde memleket bayrağı gibi sallanan "motivasyon" kelimesi, yas günlerindeki gibi yarıya inmiş, rüzgarı da kesilmiş, duruyor karşımda.
Her gün yapmaya devam edebildiğim şeyleri düşündüm. Pek az. Mesela, 16 yıldır her sabah uyandığımda köpeğimi bir önceki günden daha fazla sevdiğimi hissediyorum. Kendimi bile her gün sevmezken, hayatımda sürekliliği olan tek şey bu gibi geliyor. Eminim insanın çocuğu olması da böyle bir çabasız sevgi motivasyonu içeriyordur. Onu bilemeyeceğim. Bir de kahveyi sevebiliyorum, sıkılmadan. Her gün aynı tutkuyla içebiliyorum onu. Başka bir şey de gelmiyor aklıma.
Yazı yazmayı oldukça seviyorum. Ama her gün değil. Yazmaktan ötürü midemin bulandığı günler oluyor. Kelimeler tutuyor. Annemden babamdan gıcık kaptığım ve acil posta ile evlerine geri yolladığım buluşmalarımızın sayısı az değil. Aşka-meşke hiç girmeyelim. Aşk hayattaki en sivri dönüşleri olan roller-coaster. Bir diptesin, bir tepede. Bir gece önce mum ışığında yemek yerken gözüne Adonis gibi gözüken adama, bir sonraki gün, adam başka biriyle konuşurken, dışarıdan bir gözle bakıp yabancılaşırsın. Kim bu yaşlı adam dersin. Kim bu koca adam. Ben sevgilimle, sahildeki gazinoda, saçları tuzlu, sosis-patates yiyen kızım. Benim ne işim var bu kır sakallı herifle. Sanırsın, yıllar işlemez senin renklerine.
İş, güç, yeni açılımlar, çılgın oluşumlar, 5 yıllık kalkınma planlara, zart, zırt, zort, krediler, taksitler, seyahat planları, öhö öhö öhö. Gerçekten çok mu mühim bunlar. Bende mi bir terslik var. 35 yaşıma kadar 48 tane katedral gördüm, dünyanın tüm denizlerinde yüzdüm. Katedrallerin hepsi birbirine benziyor. Vitray camlı. İçinde İsa çarmıhta. Tahta sandalyeler var. Dilek mumları. Bir çok dilek dilemişliğim de var. Olmuşluğu olan yok. Denizlerin de hepsi aynı. Giriyorsun. Islanıyorsun. Yüzüyorsun. Çıkıyorsun. Kotunu giyip, şehre geri dönüyorsun. Şimdi yani, bir katedral fazla görmek için neden bütün bu tantana? Bagaja kuru don atıp, Riva'ya yüzmeye gitmek yerine, biri beni ikna etsin, neden biletler alıp, valizler yapıp 10 saat uçup, başka bir denize girmeliyim?
Motivasyon. Ah motivasyon. Ödediğim hiç bir kredim yok.. Keşke beni krediye başvurtacak kadar arzu hissettiren isteklerim olsaydı. Ne arabamı bir üst modeli ile değiştirecek nedenim var ne de evimde daha fazla odaya ihtiyacım. Hatta arabamı satıp, bir bisikletle gayet güzel idare edebileceğimi düşünüyorum. Oturduğum evin de gereksiz sayıda ki tuvaletleri canımı sıkıyor. Kullanılmayan iyi dizayn edilmiş bir tuvaletten daha saçma neye sahip olabilir ki bir insan.Üzücü.
Ne uzun bacaklı kadınlar, ne ferrarisi olan adamlar... Özendiğim bir tek şey var. Adanmış insanlar. Düşünsene, mevzuya o kadar kilitsin ki, başını kaldırıp, varoluşunu sorgulayacak vaktin / gereksinimin yok. Örneğin, Afrika'da orangutanları inceleyen bir belgeselcisin. Yıllarca ormanın içinde yaşıyorsun, bilimsel araştırmalar yapıyorsun, dökümantasyon tutuyorsun vs vs vs. İnsan bir şeyi nasıl bu kadar fazla önemseyebilir ve hayatını adayabilir, anlayamıyorum. Ama özeniyorum. Kolay bir varoluş şekli olduğunu düşünüyorum. Asıl challenge boşluk içinde varolmak, motivasyonunu canlı tutarak,alkolik veya eroinman olmadan süreni tamamlayabilmek. Sporcuları kıskanıyorum. Bir top ne kadar önemli olabilir ki, çocukluktan itibaren her gün, günde 6 saat, peşinden koşturasın. Reza Zarrab'ı da çok kıskanıyorum. Şirinler çizgi filmindeki Gargamel karakteri gibi dünyayı ele geçirmeye çalışıyor. Adama para yetmiyor. Nasıl bir motivasyondur bu? Ve bende neden yok?
Netice. Netice yok. Elimizde bir tek Hatice var. Her şey o kadar saçma.
Ama biz yine saçma değilmiş gibi yaşamaya, sabahları uyanıp, tıraş olup, pek mühim toplantılara gidip, sunumlar yapıp, yazları katedral gezmeye devam edelim. Çünkü sarkacın diğer yanı, perdeleri kapatıp, geberene kadar içmek.