13 Ocak 2014 Pazartesi

istanbul un adamları

istanbul un adamları. sizi kim bu kadar yaraladı.
hiç düşündünüz mü
sevmek bu kadar zor olmamalı.

istanbul un adamları. tıpkı şehrin sokakları.
ya tepelere çıkarsın sonra tutunamayıp geriye kayarsın
ya inersin tüm yokuşları
kısa bir an sanırsın oldu
aslında o geçici bir karın tokluğu

istanbul un adamları. tüketmişler her yanı.
girilmemiş sokak öpülmemiş dudak kalmamış
haberin yok
daha tanışmadan tüketmişler seni çoktan
özenle kalemini çektiğin o gözleri ağlatmışlar hiç yoktan
saçların bıkmış başkalarının evlerindeki taraksız sabahlardan
tenine dokunmuşlar sonra tenden gelen aşkta boğulmuşlar
haberin yok
seni tanımadan seni tüketmiş bu adamlar




sanki hava güzel değilmiş gibi kapat perdeleri
bırak bugün senin için kış olsun

sanki bu şehirde hiç çocuk yaşamıyormuş gibi
çalmasın bu sabah okul zilleri

sanki daha önce sevip unutmamışsın gibi
gel ve ilk kez öp beni

acı tek kişiliktir paylaşılmaz

yalnızlık paylaşılmaz
tek kişiliktir
biliyoruz söylemişti bunu bir şair

büyüdük
yalnızlıklarımızı paylaşamadık
şairi saygıyla andık

sonra bir de acılar girdi devreye
acı da paylaşılmıyormuş
tek kişilikmiş
anladık

her acı düşen kalbe müstesna
yanındakine geçmezmiş asla
bir tespih gibi sabırla çekeceksin
paylaşırım sanırsan yanılgıya düşeceksin

benden sonraki nesiller
acıyı da yalnızlık gibi bilsinler
paylaşılmayacağını söylemişti bir şair
desinler


hiç yaşlanmamışsın dedi geçmişimden kalma biri
yaşını hiç göstermiyorsun! diye şaşırdı yeni tanıştığım bir diğeri

önce teşekkür ettim
sonra çekip gittim
ve yaşlanmaya devam ettim

bilmiyorlardı
benim cildimi yaşlandıracak yüzeysel acılarım yoktu onlar gibi
ben içten çürüyordum
derinden
kalpten, mideden, akciğerden
beni bırakıp gittiğin yerden

vazoların boş kaldığı günlerdi

vazoların boş kaldığı günlerdi
hayatım susturucu takılmış bir silah
namlusunu dayamış göğsüme
tetik bilmem kimin elinde

hayatım dediğim bu şey de
boş vazolar gibi duruyor dünyanın bir köşesinde
insanın kendi aldığı çiçekler doldurmuyor sanki vazoları
oysa tek bir papatya
ne güzel durur rakı bardağında

yatağımın yaylarının gıcırdamadığı günlerdi
aynadaki suretim olmasa
var olduğuma en az üç reşit şahit gerekirdi

salondaki yaysız bir o kadar bahtsız kanepe
boş vazo gibi kalmış bedenimi
akşamdan akşama
misafir ederdi




anlamıyorum

bir karşılıklı aşkları anlamıyorum
bir karşılığını bulan aşkın sahtekarlığını
bir de balkonundan kahkaha duyulan akşamları

hiç yalnızlık çekmeden
birbirine yetmeyi anlamıyorum
bir de yetinip de
gitmemeyi

kalakalmadan hayatın ortasında
aralıksız çoşkuyla yaşayanları anlamıyorum
ağlamayanların gözyaşları nereye akar
onu anlamıyorum
mutlu olamayanların gülümsemelerin yanındadır
diyorum

bir de ölümden korkmadan
vitrinlere bakıp hoş beş eden yaşlı insanları anlamıyorum
delirmeden bir ömrü devirmeyi
bir de tam olarak nasıl delirildiğini anlamıyorum

bir seni
anlamıyorum
bir de
beni




bir şehir düşün senle dolu

kendimle göz göze geldim
bir taksinin dikiz aynasında
gözümde sen vardın
bilmem şimdi şehrin hangi sokağındaydın

bir martı ile göz göze geldim
karaköy vapurunda
gözlerinde senle bana ait bir hatıra
hava soğuk bir tek ikimiz varız dışarıda
saçlarım uçusuyor beremle atkımın arasında
gülüyorum kahkahalarla
sen de gülmek ne çok yakışıyor diyorsun bana

eski emek sinemasının orada
göz göze geldim kestaneci o yaşlı adamla
seni gördüğüm o en son an vardı
kestanenin yarığında

kafamı kaldırdım yağmur ile göz göze geldim
damladı gözüme
evlere saklanmadığımız o günler geldi aklıma
sarıldım yağmurun geri kalanına