birdenbire uyandım
kan ter içinde
yatak sallanıyordu
bağırdım
zelzele!
salonun ortasındayım
bardaktaki su hareketsiz
avize avizeliğinde
köpeğim köpek rüyasını görmekte
büfedeki resim çerçeveleri anıların bodyguard lığını yapmaya devam etmekte
sanki geçen güzel günleri sonsuza dek kafeslemek mümkünmüş gibi
hayat bıraktığım yerde
aynı hergeleliğinde
kavanozların içindeki kuru yemişler çürümeye devam etmekte
her şey ama her şey yerli yerinde
anladım
sallanan benim
yattım geriye
20 Haziran 2014 Cuma
vaktinde gelen
geliniz
giriniz
buyrun buyrun!
tam vaktinde geldiniz!
ocakta demleniyor mermiler
hava renksiz
ondandır kapalı perdeler
içeri giriniz lütfen!
korkmayınız
zamandan daha fazla acıtmaz
koltukların üzerindeki dikenler
kusura bakmayın biraz bakımsız kaldı hayatım
oturunuz ve bana sarılınız
bu benim ilk halim değil
aldanmayınız
uzun yol yapan lastikler gibi eridi dişlerim
merak etmeyiniz
dumanı tüter hala sıcaktır düşlerim
ne iyi ettiniz de geldiniz
son anda
ben de kapatıyordum ışıkları
dizecektim mermileri hayatımın boşluklarına
büyük bir patlamayla dolsunlar
yatırayım boşlukları yan yana
beni takip ediniz
bir bülbül var tavan arasında
suskun doğdu
ve kendini karanlığa mahkum etti
geliniz
kendinizi bülbüle gösteriniz
nota bilmeyen bir bülbülün ızdırabına bir son veriniz
sonra isterseniz gidiniz
yüksek bir tepenin üzerinde bekleyiniz
uzun sürmez
bülbül şarkısına başladığında
gök boyanır kırmızıya
giriniz
buyrun buyrun!
tam vaktinde geldiniz!
ocakta demleniyor mermiler
hava renksiz
ondandır kapalı perdeler
içeri giriniz lütfen!
korkmayınız
zamandan daha fazla acıtmaz
koltukların üzerindeki dikenler
kusura bakmayın biraz bakımsız kaldı hayatım
oturunuz ve bana sarılınız
bu benim ilk halim değil
aldanmayınız
uzun yol yapan lastikler gibi eridi dişlerim
merak etmeyiniz
dumanı tüter hala sıcaktır düşlerim
ne iyi ettiniz de geldiniz
son anda
ben de kapatıyordum ışıkları
dizecektim mermileri hayatımın boşluklarına
büyük bir patlamayla dolsunlar
yatırayım boşlukları yan yana
beni takip ediniz
bir bülbül var tavan arasında
suskun doğdu
ve kendini karanlığa mahkum etti
geliniz
kendinizi bülbüle gösteriniz
nota bilmeyen bir bülbülün ızdırabına bir son veriniz
sonra isterseniz gidiniz
yüksek bir tepenin üzerinde bekleyiniz
uzun sürmez
bülbül şarkısına başladığında
gök boyanır kırmızıya
18 Haziran 2014 Çarşamba
35 inde bir kadın
35 inde bir kadın
önce alnından çizgilendi
sonra gülümsemesinden karelendi
kendine pek güvenmiyordu
ondan ötürü bir parça eksildi
saçlarından okşayan adamlardan çarpıldı
ama 2 ile
fazlası ile değil
35 inde bir kadın
önce günler eksildi
sonra güller seyreldi
bir yanı kara severdi
bir yanı deniz
ondan ötürü
havada kaldı
yazık oldu.
önce alnından çizgilendi
sonra gülümsemesinden karelendi
kendine pek güvenmiyordu
ondan ötürü bir parça eksildi
saçlarından okşayan adamlardan çarpıldı
ama 2 ile
fazlası ile değil
35 inde bir kadın
önce günler eksildi
sonra güller seyreldi
bir yanı kara severdi
bir yanı deniz
ondan ötürü
havada kaldı
yazık oldu.
seni seviyoruz
sen gidiyorsun ya
her şey seninle birlikte gidiyor
koca bir boşluk kalıyor
bir tek geriye
ortasında ben
tek bir ben
sen boynumdan öpüyorsun ya
dünyanın bütün kadınları aynı anda
zevke geliyor
sanki mutlu olmak mümkünmüş gibi...
sen bir yok olup
bir beliriyorsun ya
yıldızın kuyruğunu son anda tutmuş ben
bir kayıyorum
bir yanıyorum
evinin üstünden geçerken
ellerimi bırakıp
sakalına konuyorum
"biz de seviyoruz seni" diye cevap veriyorsun ya bana
(siz kimsiniz?)
ben anlayamıyorum ya
sen ve atardamarların
sen ve pankreasın
sen ve dalağın
hepiniz seversiniz beni ya -
(şüphesiz)
tekil sevmek zordur
topluya nazaran
"seni seviyorum"
"bir tek seni"
diye fısıldıyorum
kapıyı kapatınca
ardından
mimesis
sakla
sakla şiirde manayı
sakla
sakla duyguda aşkı
sakla
sakla muhabbette kahkahayı
patlatma sakızının balonunu
sakla
sakla kadınlığını
bacak bacak üstüne atmayı
sakla
sakla memeni
sakla popunu
sakla
sakla
onurunu
sür pembeleşmiş yanaklarına pudranı
sakla utancını
sakla
sakla neden kimden sakladığını bilmediğin
hayatını
gizlice öl
saklıca geçip gitsin hikayen
sakla şiirde manayı
sakla
sakla duyguda aşkı
sakla
sakla muhabbette kahkahayı
patlatma sakızının balonunu
sakla
sakla kadınlığını
bacak bacak üstüne atmayı
sakla
sakla memeni
sakla popunu
sakla
sakla
onurunu
sür pembeleşmiş yanaklarına pudranı
sakla utancını
sakla
sakla neden kimden sakladığını bilmediğin
hayatını
gizlice öl
saklıca geçip gitsin hikayen
kahrolası sayılar
sayılı
her şey sayılı
kilo sayılı
saat sayılı
gün sayılı
başımızı ne geldiyse bu sayılar yüzünde geldi
geç kalma telaşından yitirdik kahvaltı etmenin keyfini
ve ekmeği kestik menemenin yanında
her şey sayılı
kilo sayılı
saat sayılı
gün sayılı
başımızı ne geldiyse bu sayılar yüzünde geldi
geç kalma telaşından yitirdik kahvaltı etmenin keyfini
ve ekmeği kestik menemenin yanında
6 Haziran 2014 Cuma
Her gün devam ettirebildiğiniz kaç şey var?
Her gün devam ettirebildiğiniz kaç şey var?
Memleketimizin Haziran ayında durmak bilmeyen yağmurlarla Norveç'e dönmesinden midir yoksa benim kafamı sık sık döndürüp geriye bakmamdan mı bilmiyorum, istikbal bugünlerde gri ve flu gözükür oldu gözlerime.
Her şeyden ve herkesten sıkılıyorum. Korkutucu olan, sıkıntı süresinin ciddi olarak kısalmış olması. Hayatımızın direğinde memleket bayrağı gibi sallanan "motivasyon" kelimesi, yas günlerindeki gibi yarıya inmiş, rüzgarı da kesilmiş, duruyor karşımda.
Her gün yapmaya devam edebildiğim şeyleri düşündüm. Pek az. Mesela, 16 yıldır her sabah uyandığımda köpeğimi bir önceki günden daha fazla sevdiğimi hissediyorum. Kendimi bile her gün sevmezken, hayatımda sürekliliği olan tek şey bu gibi geliyor. Eminim insanın çocuğu olması da böyle bir çabasız sevgi motivasyonu içeriyordur. Onu bilemeyeceğim. Bir de kahveyi sevebiliyorum, sıkılmadan. Her gün aynı tutkuyla içebiliyorum onu. Başka bir şey de gelmiyor aklıma.
Yazı yazmayı oldukça seviyorum. Ama her gün değil. Yazmaktan ötürü midemin bulandığı günler oluyor. Kelimeler tutuyor. Annemden babamdan gıcık kaptığım ve acil posta ile evlerine geri yolladığım buluşmalarımızın sayısı az değil. Aşka-meşke hiç girmeyelim. Aşk hayattaki en sivri dönüşleri olan roller-coaster. Bir diptesin, bir tepede. Bir gece önce mum ışığında yemek yerken gözüne Adonis gibi gözüken adama, bir sonraki gün, adam başka biriyle konuşurken, dışarıdan bir gözle bakıp yabancılaşırsın. Kim bu yaşlı adam dersin. Kim bu koca adam. Ben sevgilimle, sahildeki gazinoda, saçları tuzlu, sosis-patates yiyen kızım. Benim ne işim var bu kır sakallı herifle. Sanırsın, yıllar işlemez senin renklerine.
İş, güç, yeni açılımlar, çılgın oluşumlar, 5 yıllık kalkınma planlara, zart, zırt, zort, krediler, taksitler, seyahat planları, öhö öhö öhö. Gerçekten çok mu mühim bunlar. Bende mi bir terslik var. 35 yaşıma kadar 48 tane katedral gördüm, dünyanın tüm denizlerinde yüzdüm. Katedrallerin hepsi birbirine benziyor. Vitray camlı. İçinde İsa çarmıhta. Tahta sandalyeler var. Dilek mumları. Bir çok dilek dilemişliğim de var. Olmuşluğu olan yok. Denizlerin de hepsi aynı. Giriyorsun. Islanıyorsun. Yüzüyorsun. Çıkıyorsun. Kotunu giyip, şehre geri dönüyorsun. Şimdi yani, bir katedral fazla görmek için neden bütün bu tantana? Bagaja kuru don atıp, Riva'ya yüzmeye gitmek yerine, biri beni ikna etsin, neden biletler alıp, valizler yapıp 10 saat uçup, başka bir denize girmeliyim?
Motivasyon. Ah motivasyon. Ödediğim hiç bir kredim yok.. Keşke beni krediye başvurtacak kadar arzu hissettiren isteklerim olsaydı. Ne arabamı bir üst modeli ile değiştirecek nedenim var ne de evimde daha fazla odaya ihtiyacım. Hatta arabamı satıp, bir bisikletle gayet güzel idare edebileceğimi düşünüyorum. Oturduğum evin de gereksiz sayıda ki tuvaletleri canımı sıkıyor. Kullanılmayan iyi dizayn edilmiş bir tuvaletten daha saçma neye sahip olabilir ki bir insan.Üzücü.
Ne uzun bacaklı kadınlar, ne ferrarisi olan adamlar... Özendiğim bir tek şey var. Adanmış insanlar. Düşünsene, mevzuya o kadar kilitsin ki, başını kaldırıp, varoluşunu sorgulayacak vaktin / gereksinimin yok. Örneğin, Afrika'da orangutanları inceleyen bir belgeselcisin. Yıllarca ormanın içinde yaşıyorsun, bilimsel araştırmalar yapıyorsun, dökümantasyon tutuyorsun vs vs vs. İnsan bir şeyi nasıl bu kadar fazla önemseyebilir ve hayatını adayabilir, anlayamıyorum. Ama özeniyorum. Kolay bir varoluş şekli olduğunu düşünüyorum. Asıl challenge boşluk içinde varolmak, motivasyonunu canlı tutarak,alkolik veya eroinman olmadan süreni tamamlayabilmek. Sporcuları kıskanıyorum. Bir top ne kadar önemli olabilir ki, çocukluktan itibaren her gün, günde 6 saat, peşinden koşturasın. Reza Zarrab'ı da çok kıskanıyorum. Şirinler çizgi filmindeki Gargamel karakteri gibi dünyayı ele geçirmeye çalışıyor. Adama para yetmiyor. Nasıl bir motivasyondur bu? Ve bende neden yok?
Netice. Netice yok. Elimizde bir tek Hatice var. Her şey o kadar saçma.
Ama biz yine saçma değilmiş gibi yaşamaya, sabahları uyanıp, tıraş olup, pek mühim toplantılara gidip, sunumlar yapıp, yazları katedral gezmeye devam edelim. Çünkü sarkacın diğer yanı, perdeleri kapatıp, geberene kadar içmek.
Memleketimizin Haziran ayında durmak bilmeyen yağmurlarla Norveç'e dönmesinden midir yoksa benim kafamı sık sık döndürüp geriye bakmamdan mı bilmiyorum, istikbal bugünlerde gri ve flu gözükür oldu gözlerime.
Her şeyden ve herkesten sıkılıyorum. Korkutucu olan, sıkıntı süresinin ciddi olarak kısalmış olması. Hayatımızın direğinde memleket bayrağı gibi sallanan "motivasyon" kelimesi, yas günlerindeki gibi yarıya inmiş, rüzgarı da kesilmiş, duruyor karşımda.
Her gün yapmaya devam edebildiğim şeyleri düşündüm. Pek az. Mesela, 16 yıldır her sabah uyandığımda köpeğimi bir önceki günden daha fazla sevdiğimi hissediyorum. Kendimi bile her gün sevmezken, hayatımda sürekliliği olan tek şey bu gibi geliyor. Eminim insanın çocuğu olması da böyle bir çabasız sevgi motivasyonu içeriyordur. Onu bilemeyeceğim. Bir de kahveyi sevebiliyorum, sıkılmadan. Her gün aynı tutkuyla içebiliyorum onu. Başka bir şey de gelmiyor aklıma.
Yazı yazmayı oldukça seviyorum. Ama her gün değil. Yazmaktan ötürü midemin bulandığı günler oluyor. Kelimeler tutuyor. Annemden babamdan gıcık kaptığım ve acil posta ile evlerine geri yolladığım buluşmalarımızın sayısı az değil. Aşka-meşke hiç girmeyelim. Aşk hayattaki en sivri dönüşleri olan roller-coaster. Bir diptesin, bir tepede. Bir gece önce mum ışığında yemek yerken gözüne Adonis gibi gözüken adama, bir sonraki gün, adam başka biriyle konuşurken, dışarıdan bir gözle bakıp yabancılaşırsın. Kim bu yaşlı adam dersin. Kim bu koca adam. Ben sevgilimle, sahildeki gazinoda, saçları tuzlu, sosis-patates yiyen kızım. Benim ne işim var bu kır sakallı herifle. Sanırsın, yıllar işlemez senin renklerine.
İş, güç, yeni açılımlar, çılgın oluşumlar, 5 yıllık kalkınma planlara, zart, zırt, zort, krediler, taksitler, seyahat planları, öhö öhö öhö. Gerçekten çok mu mühim bunlar. Bende mi bir terslik var. 35 yaşıma kadar 48 tane katedral gördüm, dünyanın tüm denizlerinde yüzdüm. Katedrallerin hepsi birbirine benziyor. Vitray camlı. İçinde İsa çarmıhta. Tahta sandalyeler var. Dilek mumları. Bir çok dilek dilemişliğim de var. Olmuşluğu olan yok. Denizlerin de hepsi aynı. Giriyorsun. Islanıyorsun. Yüzüyorsun. Çıkıyorsun. Kotunu giyip, şehre geri dönüyorsun. Şimdi yani, bir katedral fazla görmek için neden bütün bu tantana? Bagaja kuru don atıp, Riva'ya yüzmeye gitmek yerine, biri beni ikna etsin, neden biletler alıp, valizler yapıp 10 saat uçup, başka bir denize girmeliyim?
Motivasyon. Ah motivasyon. Ödediğim hiç bir kredim yok.. Keşke beni krediye başvurtacak kadar arzu hissettiren isteklerim olsaydı. Ne arabamı bir üst modeli ile değiştirecek nedenim var ne de evimde daha fazla odaya ihtiyacım. Hatta arabamı satıp, bir bisikletle gayet güzel idare edebileceğimi düşünüyorum. Oturduğum evin de gereksiz sayıda ki tuvaletleri canımı sıkıyor. Kullanılmayan iyi dizayn edilmiş bir tuvaletten daha saçma neye sahip olabilir ki bir insan.Üzücü.
Ne uzun bacaklı kadınlar, ne ferrarisi olan adamlar... Özendiğim bir tek şey var. Adanmış insanlar. Düşünsene, mevzuya o kadar kilitsin ki, başını kaldırıp, varoluşunu sorgulayacak vaktin / gereksinimin yok. Örneğin, Afrika'da orangutanları inceleyen bir belgeselcisin. Yıllarca ormanın içinde yaşıyorsun, bilimsel araştırmalar yapıyorsun, dökümantasyon tutuyorsun vs vs vs. İnsan bir şeyi nasıl bu kadar fazla önemseyebilir ve hayatını adayabilir, anlayamıyorum. Ama özeniyorum. Kolay bir varoluş şekli olduğunu düşünüyorum. Asıl challenge boşluk içinde varolmak, motivasyonunu canlı tutarak,alkolik veya eroinman olmadan süreni tamamlayabilmek. Sporcuları kıskanıyorum. Bir top ne kadar önemli olabilir ki, çocukluktan itibaren her gün, günde 6 saat, peşinden koşturasın. Reza Zarrab'ı da çok kıskanıyorum. Şirinler çizgi filmindeki Gargamel karakteri gibi dünyayı ele geçirmeye çalışıyor. Adama para yetmiyor. Nasıl bir motivasyondur bu? Ve bende neden yok?
Netice. Netice yok. Elimizde bir tek Hatice var. Her şey o kadar saçma.
Ama biz yine saçma değilmiş gibi yaşamaya, sabahları uyanıp, tıraş olup, pek mühim toplantılara gidip, sunumlar yapıp, yazları katedral gezmeye devam edelim. Çünkü sarkacın diğer yanı, perdeleri kapatıp, geberene kadar içmek.
1 Haziran 2014 Pazar
hayatla geçinemiyorum bugünlerde
benim masama değilde
yan masaya servis yapan garsona edeceğim bir çift laf var
hanımefendinin kahvesini geç getirdi
hanımefendi kahvesi geçikti diye
masada oyalandı
içinden bir şarkı söyleye söyleye oyalandı
her şey o kahveyi geç getiren garsonun suçu
hanımefendinin söylediği şarkı hatırlattı
giderken mutfak tezgahıma bıraktığı o son mektubu
iştahım duruldu
görecektiniz tabaktaki beğenilmediğini sanan
körili tavuğu
bir de sabah bindiğim şu aptal taksi söförü
o da az değil
trafikte olması hatalı
hatta bu dünyada var olması
ehliyeti de hüviyeti de alınmalı
hatalı o gün o sokakta olması
elimi kaldırdığımda sağa çekip durması
dikiz aynasından ara ara bana bakması
ve kaşlarının ve kirpiklerinin ve gözlerinin kenarındaki çizgilerin
seninkileri bu kadar anımsatması
super market kasasındaki şu uzun sıralar
adeta esir kampındaki koyunlar
benzin döküp yakmalı bunu kabul eden insanları
her şey kapitalist düzenin dayatması
görülmüş mü bu kadar güzel parfüm kokan bir adamın
market sırasında bu adar uzun süre ayakta durması
o koku beynimin en müstehcen yerinde
hatırlatır nasıl bir şeydi aşkının tenimde dolaşması
yan masaya servis yapan garsona edeceğim bir çift laf var
hanımefendinin kahvesini geç getirdi
hanımefendi kahvesi geçikti diye
masada oyalandı
içinden bir şarkı söyleye söyleye oyalandı
her şey o kahveyi geç getiren garsonun suçu
hanımefendinin söylediği şarkı hatırlattı
giderken mutfak tezgahıma bıraktığı o son mektubu
iştahım duruldu
görecektiniz tabaktaki beğenilmediğini sanan
körili tavuğu
bir de sabah bindiğim şu aptal taksi söförü
o da az değil
trafikte olması hatalı
hatta bu dünyada var olması
ehliyeti de hüviyeti de alınmalı
hatalı o gün o sokakta olması
elimi kaldırdığımda sağa çekip durması
dikiz aynasından ara ara bana bakması
ve kaşlarının ve kirpiklerinin ve gözlerinin kenarındaki çizgilerin
seninkileri bu kadar anımsatması
super market kasasındaki şu uzun sıralar
adeta esir kampındaki koyunlar
benzin döküp yakmalı bunu kabul eden insanları
her şey kapitalist düzenin dayatması
görülmüş mü bu kadar güzel parfüm kokan bir adamın
market sırasında bu adar uzun süre ayakta durması
o koku beynimin en müstehcen yerinde
hatırlatır nasıl bir şeydi aşkının tenimde dolaşması
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)