15 Mart 2014 Cumartesi

mutlu havalar



                                           


hava puslu ve yağmurlu değilken de
böyle güneşli havalarda acıyor benim canım

böyle mutlu havalarda geliyorsun aklıma
diyorum napıyordur ne ediyordur
bu güzel haftasonunda

hangi güzel gömleğini giymiştir
hangi güzel gülümsemesi vardır yanağında
hangi martının fotoğrafını çekiyordur tam şu anda
ve o fotoğrafı kime gösteriyordur
kim vardır yanında?

gözlerini kapatıp
yüzünü güneşe verdiğinde
kimin gölgesi düşüyordur
gönül objektifine

böyle pırıl pırıl havalarda
yalnızlığın kilosu çıkar tavana
borçlanır insan mutlu çocukluğuna

sözlüye kaldırılmış tembel bir öğrenci gibi
durursun hayatın karşısında
ne yapacağına ne edeceğine dair
tek bir fikir yoktur aklında

10 Mart 2014 Pazartesi

pazar gününün akşam üstüsü

ana baba evi
kimsenin bilmediği
gizli bir sığınak gibi
dışarıda bombalar patlıyor
ihanetler yaşanıyor
ne ses ne koku
buraya sirayet etmiyor

7 Mart 2014 Cuma

sen ve ben





sen ve ben
şemsiye ile şezlong gibiyiz
yangın yeri gibi bir dünyada
kavrulmamak için birbirimize
sığınmışız

gençliğimiz kızgın kumlar gibi yakıcı
geleceğimiz mavi denizler kadar serin

uzun bir yoldu bizimkisi
uzak değil biliyorum
yaklaştı / bitiş çizgisi
yıldızlara bakan aşıkların gözlerinde
oltaya takılan ve son anda kurtulan
balıkların pullarında
devam edeceğiz
parlamaya

sen ve ben bir gün gitsek bile
bilinmeyen uzaklara
bir şemsiye yanaşacak bir şezlonga
ve hikayemiz tekrar başlayacak
bir kez daha


mart 2014

kısa öykü

"Nasilsin" diye sordum arkadasima
"Yasiyorum" dedi kafasini kaldirmadan. Kahvesinde sanki kendi karanligini izliyordu. Oysaki, kafasini kaldirsa, güneş süzülüyordu kafenin vitrayli camlarindan. Masamizin uzerine cocuklugumuzun bilyeleri gibi dusuyordu renkli gunes taneleri.
"Aradi mi hic" diye sordum.
Yine indirdi yüzünü kahvenin kahverengiligine ve "hayir" dedi.
"Peki sen" diye sordum. "Sacmalama asla yapamam oyle bir sey" dedi.
Neden yapamayacagini sordum. Çünkü benim, beni terkeden bütün adamlari ağlayarak aramisligim vardi.
"Yapamam! Cesaretim yok!" Diye bagirdi ve kahve hortum oldu yukseldi, arkadasimi aciya boğdu.
"Bunun cesaretle ne ilgisi var, birini ozluyorsan, arayip soylersin bunu, anlamiyorum seni" dedim.
Gunes kapadi. Bilyeler yere yuvarlandi. Ictigim çayın dumani bardağa geri daldı.
"Sen de beni anlamiyorsun" dedi arkadasim. "O beni tek kurşunda öldürdü. Tek bir kurşun. Aci bile cekemedim. Alnimin ortasina sikti. Insan sürünürken konusabilir, can cekisirken ya da bir ambulansin icinde soyleyebilir son sozlerini. O beni tek kursunla yere indirdi. Ölüler konusamaz arkadaşım."
Sustum. Ve anladim. Ölülerin cesareti de yokmuş. Yaşarken cesaretli olmali o halde.
Bu Pazar başka bir Pazar.
Önceki hiç bir Pazara benzemiyor.
Erken kalkan pazarcılar gelip toplamış tüm mutlulukları.
Geriye sadece çürümüş marullar kalmış.
Bir de içinde parlak kırmızı elmaların taşındığı
kırık tahta kutular.

gibilerde kalanlar

yeni kesilmiş çim kokusu gibisin
bana her gülümsemende
tazeneliyorum

ovalarımda yeni doğmuş kısraklar koşturuyor
ırmaklarımda yıkanıyor
güzelliğini yeni farketmeye başlayan
genç kızlar

tenime değen ılık bir rüzgar gibisin
bana her gülümsemende
içim gıdıklanıyor
dağlarımın buz kesmiş tepelerindeki
karlar eriyor
göklerimdeki kuşların hepsi aynı anda
sana doğru göç ediyor

boğazda yürürken burna çarpan rakı kokusu gibisin
insan yapılması gereken her şeyi bırakıp
sana koşmak istiyor
yanına oturup
işi sulandırmadan
sek içmek istiyor seni
beyazlığında
tüm gölgeleri boğmak istiyor

karnın aç
evde bi başıma otururken
balkondan aniden ve izinsiz giren
komşu tenceresinden kaçmış hain bir ev yemeği kokusu gibisin
ekmeğimi sana banmak istiyorum
seni yalayıp yutmak
zerren kalmayana dek eteklerini sıyırmak istiyorum